a-) Hastalıklar, Reçeteler
“Devletler de insanlar gibidir; doğar, büyür, yaşar ve ölürler.”[1] Devlet-i Âliye dediğimiz Osmanlı da kuruldu, büyüdü; tam 623 yıl yaşadı ve öldü. İnsanların ölmemek için yaptıkları işleri aynen devletler de “beka” diyerek yaparlar. Hatta Gılgamış’ın esatirî “ölümsüzlük otu” arayışı ile Osmanlı’nın devlet-i ebed müddet” bakışı aynı şeydir ve sonuçsuzdur.
Âl-i Osman’ın sekerat hâli diyebileceğimiz son dönemindeki fikir akımları aslında doktor reçetelerinden başka bir şey değildir. Duraklama Devri’ni “grip”, Gerileme Devri’ni “zatürre” ve Dağılma Devri’ni “yoğun bakım” gibi görürsek kavramların da birer tedavi yöntemi olduğunda birleşebiliriz.
1789’un moda kavramları tsunami dalgası gibi imparatorlukların üzerine geliyordu. Çok geçmedi; 15 sene sonra sınırlarımızın içine, Sırpların zihnine bir dert olarak düştü. İslamcı tayfanın su-i zannının tersine MİLLİYETÇİLİK’i biz başlatmadık; başkaları başlattı. Başlatamazdık, zira imparatorluğun kurucusu ve toplayıcısı bizdik. Fakat ona karşı OSMANLICILIK yapalım istedik; “hepimiz Osmanlıyız,[2] İmparatorluk / Osmanlılık kimliği ortak noktamızdır” dedik. Tutmadı, başaramadık; tutsaydı sonuç farklı olurdu.
İmparatorluk tespihimizden Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Karadağ, Bulgaristan yani gayrimüslim taneler gidince bari Müslim taneleri elimizden düşürmeyelim dedik; İSLAMCILIK yaptık. Bu saatten sonra bu kuru kuruya gitmez diyerekten ALMANCILIK’la[3] da eşgüdüm yaptık. O da tutmadı; tutsaydı herşey farklı olurdu.
Tespihten Diyar-ı Arap, Arnavutluk, Bosna gibi kıbledaşlarımız da koptu ve elimizde imame kaldı. O da Anadolu’dur lâkin onun bile elimizde kalıp kalmayacağı İstiklâl İmtihanı’ndan sonra belli olacaktır. Bununçün önce Türklere Milliyetçilik öğretmek gerekiyordu, zira 6 asırlık ev sahipliği bizde iki alışkanlık bıraktı: Beni zaten herkes biliyor, ortaya koyduğum eser (cihanşümûl devlet) belli ve bir de kimliğimi koyarsam herkese ayıp olur.
Neticede TÜRKÇÜLÜK ve BATICILIK’la yani doktor reçetesinden kalanlarla maça devam ettik, devlet kurduk. Batıcılık zatürreden beri hep vardı ve Osmanlıcılık, İslamcılık da dâhil hepsine eşlik etmişti. O hastalık dönemlerimizde kenar-ı köşede bir İŞTİRAKÇİLİK[4] / SOSYALİZM de vardı. Belki ona da ihtiyaç olur deyu o da bir ilaç gümrüğünde bekledi durdu. Onun “made in” tarafı ise zaten B damgalıydı. Ki hâlâ eczanemizdedir.
Bu reçetemsi fikirlerin hepsi değerli, hepsi bizim için.. Ve hepsinden istifade ettik zaman zaman.. Fakat bunlar araçtı, aslolan varlığımızın devamı yani beka arayışımızdı. “Fertler ölür, millet yaşar” demiş ya Boğazlıyan Kaymakamı,[5] devletler de fertler gibi ölür ama milletler maçın / müsabakanın sonuna kadar yaşar. Tuttuğu takımları kimlik ittihaz etmeden ortak toplanma noktası olarak sporu görenler gibi gidişatı görmek gerek.
Son tahlilde İmparatorluklar için adeta virüs sayılan Milliyetçilik zamanla gelişip aşı hükmünde Milletimizin bekasını sağlayan bir antivirüs haline dönüşmüştür.
b-) Gökalp Aşısı
Bugünkü sıkıntılarımız aslında 100 yıl önce çektiklerimiz. Çıkışı da Ziya Gökalp; Cumhuriyetimizin teorisyeni ve Cumhuriyetin biyolojik babasının fikir babası.. Örneğin; TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI T.C.’nin işleyişidir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”[6] Gökalp’e göre; Millet ırkî, etnik, coğrafî, idarî, kavmî, siyasî tarif değildir. Millet, kültürel bir tariftir: Türk Kültürü.
Bekayı bırakın üniter yapıyı Atsız Şovenizmiyle koruyabilir miyiz? Türk Milliyetçiliği mi, Oğuz / Türkmen Milliyetçiliği mi? Evvelâ Cumhuriyeti kuran iradenin milliyet fikriyle sonraki milliyetçi popülizm arasında bir tercihte bulunmalıyız. Birleştirici Gökalp aklı mı, ötekileştirici Atsız ekolü mü; işte bütün mesele bu!
Gökalp’te Türkçülükten önce TÜRKİYECİLİK gelir; Türkiyecilik millet olmanın ön şartıdır.[7] Türk; Türkmen-Kürt, bütün unsurları kapsar. Ayırmak ırkçılıktır, soyculuktur, etnikçiliktir. İster AKP’li, ister MHP’li, ister HDP’li..
“Milliyette şecere aranmaz” der Gökalp.[8] “Muasır medeniyet seviyesi bizim için TURAN’dır” diye de ekler.[9] Siyasette Halkçılık, Kültürde Milliyetçilikten bahseder. Medenî ahlâkı ve vatanî ahlâkı önceler.[10]
Örneğin; TÜRKLEŞMEK-İSLAMLAŞMAK-MUASIRLAŞMAK muazzam bir sentezlemedir. “Türk Milletindenim, İslam Ümmetindenim, Batı Medeniyetindenim”[11] şeklindeki içerik özetiyle ideal tiplememiz ortaya çıkar: ÇAĞDAŞ MÜSLÜMAN TÜRK. Batı (!) deyince medeniyetinin uykusu kaçan arkadaşlar için de Batı Medeniyetini Batı Roma’ya, Doğu Medeniyetini ise Doğu Roma ve sonrası İslam Kültürüne dayandırarak çıkışları birbirine bağlar.
90’lı yılların meşhur sorgu serisidir, bizim cenahta:
- Türk müsün, Müslüman mısın?
- Hem Türk’üm, hem Müslüman’ım.
- Yok, yok! Önce Türk müsün, Müslüman mısın?
- Önce hangisini soruyorsun? Önce milletimi soruyorsan Türk’üm, önce dinimi soruyorsan Müslüman’ım.
- Denize iki insan düştü. Biri Müslüman, biri Hıristiyan; önce hangisini kurtarırsın?
- Elime en yakın olanını..
- Yok! Biri Türk ama Hıristiyan, öbürü İngiliz ama Müslüman; hangisini kurtarırsın?
- Sen hangisini istiyorsan (!)
Niye Türklükle Müslümanlık muhasım cephelerde vaziyet alsın ki! Ve niye Türk yada
Müslüman olmak Çağdaş olmakla düşmanlık olarak tanımlansın ki! Hepsi bir ve biz değil miyiz? Niye bunları dövüştürmek yerine birleştirmeyiz? Evvelden yapıldığı halde..
Kavramlardan çelik çomakla kaç on yıl kaybettik? Daha da kaybetmeye tahammülümüz nedir? Yoksa üçünü bütünleştirip Dünya Uygarlıklarıyla yarışa başlasak mı? Yeni bir Uygarlık tasavvuru için.. Nihayetinde Çağdaş bir Türk-İslam Medeniyeti için de Türk Eğitimi, İslam Eğitimi ve Çağdaş Eğitim şart. Millî Eğitimin bilinç endeksli, Dinî Eğitimin Kur’an eksenli, Asrî Eğitimin de gerçekçi ve bilimsel olması kaydıyla.. Ki o aşı Atatürk’le pratiğini bulur.
c-) Atatürk Cumhuriyeti’ni Çeliklemek
Bana göre ATATÜRK Döneminin iki mucizesi var: 1919-22 Millî Mucize, 1923-38 Medenî Mucize. Ve bence ikincisi daha önemli: 15 yıl; % 7-8 büyüme, borçların ödenmesi, millileştirmeler, tarım-ticaret-sanayi kuruluşları ve yeni çalışmalar, yeni planlamalar...
İnsan sormadan edemiyor; ATATÜRKÇÜLÜK ve ilgili ilkeler 1938’den bu yana 80 yıldır niye hâlâ var? Neden bir insan, vefatından kaç kuşak sonra bile gündemde ve güncel kalabiliyor? Hem de kendisinin hanedanı - sülâlesi, cemaat yada tarikat silsilesi olmadığı halde.. Yani fizikî artçıları bile yokken..
Bence Atatürk gücünü ortaya koyduğu kavramların gücünden alıyordu: Bağımsızlık, özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk, insan hakları, demokrasi, kadının değeri, eğitim, bilim, gelişim… Hepsi insan fıtratında dercedilmiş kadim kavramlar..
Hz. Musa, İsrailoğulları’nın özgürlüğü için savaşmıştı. Hz. Muhammed’in mücadelesi; ezilenler, köleler, zenciler ve diri diri toprağa gömülenler içindi. Martin Luther King’ten Nelson Mandela’ya, Cevher Dudayev’den Aliya İzzetbegoviç’e değin aynı..
“İdeolojiler, idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri”ni[12] yani –cılık, –culuk’ları attığımızda belirir asıl kavramların değeri: İslamcılık, Türkçülük, Solculuk-Sağcılık, Liberalizm, Atatürkçülük, Sosyalizm vs. İ; barış ve esenliği yayma, T; milleti için değer üretme, S-S; farklı açılardan bakma zenginliği, L; özgürlüğü refaha taşıma, A; çağdaş uygarlıklarla yarışma, S; bencillik yerine toplumculaşma, vesaire..
Kavramların özüne nüfuz ettiğimizde ayrımların sunîliği de karaya vurmuş oluyor. Ve böylelikle “Ya o, ya bu”dan “Hem o, hem bu”ya geçiş için yola çıkmış oluyoruz. Klasik Aristo mantığından Saçaklı mantığa yada Kuantum düşüncesine..
Sağ & Sol, Alevî & Sünnî, Türk & Kürt, Laik & Dindar, Evetçi & Hayırcı… Biz hepsi’yiz, hepsinden biraz’ız. Belki bazısı bazılarımızda biraz daha dominant olmak kaydıyla..
TÜRKLEŞMEK – MÜSLÜMANLAŞMAK – TOPLUMCULAŞMAK / DEMOKRATLAŞMAK – ÇAĞDAŞLAŞMAK herkes için eşdeğer bir biçimde mümkün. Diyelim ki; Kültürel olarak TÜRK’üm, Kur’anî olarak MÜSLÜMAN’ım, SOSYAL ADALET’çiyim ve ÇAĞDAŞ değerlere bağlıyım. Ve bu herkes için geçerli aslında..
Sonuç: Çıkmaza giren medeniyetimizin çıkışı için AKIL ve AHLÂK diyeceğiz. Hem ortak aklın ürettiği ve fakat gayri bizi ayrıştıran kavramları bireysel akılla birleştireceğiz hem de insanoğlunun fıtratına en uygun evrensel ilkeleri, prensipleri öne çıkaracağız.
Hukukun üstünlüğü, adalet ve eşitlik, gelir dağılımdaki dengesizliğin giderilmesi, toplumsal refah, dayanışmacılık (solidarizm), kul hakkı eşittir insan hakları, şeriat eşittir anayasa, salih amel eşittir toplum için yararlı iş, ‘oku’mak-düşünmek-akletmek, cumhuriyet ve demokrasi gibi değerler sistemini içselleştirmek; kadimden gelen ve ilâhi metinlerle desteklenen tüm insanlığın ortak değerlerini benimsemek..
Yine Ziya GÖKALP, yeniden Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak ve Türkçülüğün Esasları diyeceğiz. Ve “Ne mutlu TÜRK’üm” demeden önce “Ne mutlu TÜRKİYECİ’yim” diyeceğiz.
Hâsılı bu topraklar bizden ruhî bir Rönesans bekler. Aklın rehberliği ve ahlâkın öncüğünde.. “Ordular! Birinci hedefi”miz artık budur.
Süleyman PEKİN
Şair-Yazar; Tarih, Din ve Dış Politika Analisti
[1] İbni Haldun (Mukaddime)
[2] “Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir / Âmâlimiz, efkârımız ikbâl-i vatandır (Namık Kemal)
[3] Her ikisinin de öncüsü II.Abdülhamit gözükür
[4] Halk İştirakiyyun Fırkası (İştirakçi Hilmi)
[5] Kemal Bey (Şehit)
[6] M. Kemal Atatürk (1930)
[7] Sayfa 27 (T.E.)
[8] Sayfa 22 (T.E.)
[9] Sayfa 24 (T.E.)
[10] Sayfa 76 (T.E.)
[11] Sayfa 59 (T.E.)
[12] Cemil Meriç